9 Ekim 2008 Perşembe

Ödev:
Öyle bir film bulun ki, başrolde bir mimar olsun, ya da mimar ön planda olsun. Bu filmde mimar nasıl temsil edilmiş kısaca yazın. Kahraman mı, yoksa suçlu mu, yakışıklı mı yoksa birçare mi, vb gibi. Lütfen sizden önce yazılanları okuyun, aynı filmi tekrarlamayın.


12 yorum:

sketchpen dedi ki...

Biraz erken yapılmış bir yorum olabilir(10 ekim cuma) fakat izlediğim filmi hemen yazmak istedim.Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği ve başrollerini eşi Ebru Ceylan ile paylaştığı "İklimler" filmi.Nuri Bilge Ceylan filmde bir mimarı canlandırıyor.Fakat mimarlık yönü filmde ağır basmıyor.Aynı zamanda akademisyen.İstanbulda ikamet ediyor fakat hangi üniversitede çalıştığına dair bir bilgi filmde verilmemiş.Mimar aynı zamanda fotoğraf çekiyor.Filmin ilk sahnesinde Ceylan Kaşta sanırım eski Yunan mimari kalıntılarının fotoğraflarını çekiyor.Film kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu bu yüzden film Ceylan'ın fakültede kendi odasında yaptığı bir kaç konuşma dışında mimarlıkla ilgili herhangi bir girdi bulunmuyor.Ceylanın mimar olduğunu ise eski sevgilisi Serap ile yaptığı konuşmadan anlıyoruz.Ceylan açıkça söylemek gerekirse ilişkilerinde iki yüzlü bir karakter.Dışarıdan çok güçlü gözükse de iç dünyası ezikliklerle dolu.Kendisinden ayrılan sevgilisinin peşinden Ağrıya gidiyor.Geri gelmesini istiyor fakat Bahar kabul etmiyor.Daha sonra fikrini değiştiren Bahar karşısında ise Ceylan alakadar olmuyor.Özetle filmdeki mimar karakter dışarıdan duygusal olarak çok güçlü, karizmatik gözükse de,aslında zayıf bir karakterdir.İnsanların ona muhtaç olduğunu gördüğünde onları reddetmekte bir hata görmemekte, fakat yalnız kaldığında aynı kişilerin peşinden koşmaktadır.

Tansu Uzunoğlu

Onur dedi ki...

Belki çok klasik gelecek sizlere ama Mimar babam (My architect) adlı filmine az da olsa değinmek isterim. Öncelikle şunu söyleyebilirim : film; oldukça önemli bir mimar,Louis Kahn hakkında yapılmış biyografik bir çalışma. Onu tanıyanların, onunla çalışanların bizzat birinci ağızdan aktardıklarıyla eserleri ve hayatı hakkında bize kesitler sunan bir film. Filmde Louis Kahn'ın eserleriyle birebir iç içe oluyoruz yapıyı ve sürecini anlatan bu süreci bize aktaran zaman zaman bir çalışma arkadaşı zaman zaman bir öğrencisi oluyor. Louis Kahn'ın konusu olduğu bu film aslında dolaylı yollardan da olsa onu anlamaya çalışan oğlu tarafından yaratılmış. Burada hiç tanımadığı babasına duyduğu özlem ve Kahn'ın sergilediği mesleki başarılaraduyulan saygıdan da söz edebiliriz aslında. Kahn'ın dünya çapındaki birçok eseri bu filmde bizlere sunulmakadır. Ayrıca hatırladığım kadarıyla Kahn'ın çok da mutlu bir hayat yaşamadığı, bazı zihinsel bunalımları, evlilik dışı ilişkileri, tüm bu durumların zihinde yarattığı paradokslar filmde değinilen noktalar olarak yazılabilir. (Kahn'ın ölümü...) Bunları da şöyle yorumlayabilriz film aktarım olarak iki ana koldan ilerlemekte : bir tarafta Kahn'ın eserleri ve diğer tarafta çeşitli girdi-çıktılarıyla dengeleriyle özel hayatı.

Mimar Babam hakkında son olarak biyografik bir çalışma olması sebebiyle 'başlayan ve biten', konusu ve anlatımı net bir film olduğunu söyleyebilirim.
(12 Ekim Pazar)

Göktuğ dedi ki...

Louis Kahn’ın hayat hikayesinin anlatıldığı “Mimar Babam” filminde mimarın oğlunun babasının hayatı hakkında araştırma yapması ve bilgi toplaması ile kaybettiği babasını daha yakından tanımaya çalışması anlatılmaktadır. Mimarın çok çalışkan olduğu ve zamanının neredeyse tümünü bazı günler ofisinde geçirdiği , yemek yemek için bile dışarı çıkmadığı ofiste yediği , yüzü yaralı olduğu için gençliğinde çocukların alaylarına maruz kaldığı , yapıları ve insan ilişkileri ve iki evliliğinin olması , bu iki ailenin birbirinden mimarın cenazesinde haberdar olmaları ve borç içinde bir havaalanının tuvaletinde iken öldüğü anlatılmaktadır. Göktuğ

Açalya Allmer dedi ki...

Lütfen sizden önce yazılanları okuyun, aynı filmi tekrarlamayın.

ezgimim dedi ki...

Click'te hep bir adım önde olmayı hedefleyen yogun bir çalışma temposuna sahip michael newman(adam sandler),sadece tv ve müzik setinideğil bütün hayatını kontrol edebilmesini saglayan bir uzaktan kumanda alır.Kulağa hoş geliyor ama daha sonra kumanda michael'in hayatını kontrol altına almaya başlayacaktır.
Michael newman(adam sandler)ve danna(kate beckinsale)evlidir ve çiftin 2 çocugu vardır.ama bizim mimar michael projelere o kadar gömülmüştür ki onlara zaman ayıramaz.patronun bu çabasını görüp tervi edecegini düşünen michael uzun saatlerini iş yerinde geçirir.terfi edince bol bol vakti olacaktır.
Michael bütün bir geceyi ayakta geçirdiği için o kadar yorgundur ki hangi kumandanın tv yi açtıgını bulamaz ve tüm elektronik aletleri kontrol edebilecegi bir kumanda bulmaya karar vererek BED BEYOND magazasına gider.egsantrik tezgahtar Morty ona hayatını degiştirecek kumandayı verir.
Yalnız kumanda her aleti kontrol etmekle kalmayıp evin köpegi sundance'nin de sesini kısabilince bu oyu daha da zevkli bir hal almaya başlar.
Ama daha sonra michael'in kendi evrenini kontrol etmeye yarayan bu alet otomatik pilota bağlayınca işler çığrından çıkmaya başlar ve kumanda michael'i kontrol etmeye başlar.o zaman michael kumandadan kurtulmak isteyip hayatı iyisiyle kötüsüyle taktir etmeye başlar.
bu arada michael'in köşeli cadillac marka araması evinin keskin hatlı yapısına uyum saglamış bu mimarlık ofisine ve lobisine de yansımış.
EZGİ İŞLEK

Mete GÜRSOY dedi ki...

The lake house ya da türkçe karşılığıyla göl evi. Film bir göl evinden bahsetmiyor aslında sadece bir göl evinde geçiyor ama öyle sıradan bir göl evi değil "bağlantı" sözcüğünü hem kendi bünyesinde ve filmin kurgusu sayesinde yineleyen bir göl evinden bahsediyor. Filmin iki başrol oyuncusu esas kız (Sandra Bullok'un canladırdığı Dr. Kate Forster) ile esas oğlan (Keanu Reeves'in canladırdığı Mimar Alex Wyler) aynı göl evinde yaşıyorlar ve birbirlerinden habersizler. Bu nasıl oluyor peki yanıt çok basit "aralarında iki yıllık bir zaman sapmasın var". Olay bu ikilinin mektuplaşmaya başlamasıyla ortaya çıkıyor ve derinleşiyor. Sonunda bu iki karakter arasındaki bağlantının kuvvetlenerek aşk'a dönüştüğünü görüyoruz. Filmdeki esas oğlan yani mimarımız Alex Wyler yetenekli ama mimar olan babasının gölgesinde kaldığı için bu yeteneği kullanmayan babasıyla problemleri olan ama aslında onu çok seven duygusal bir karakterdir. Filme ismini veren göl evi ise Alex'in yine mimar olan babası Simon Wyler tarafından tasarlanmış ve eşine hediye ettiği bir göl evidir. Ev daha önce de dediğim gibi sıradan bir göl evi, değildir, kendi çevresinde ki hiç bir eve benzememektedir. Ev çelik-cam ikilisinden oluşan bana göre gerçekten etkileyici ve göl ile tam analamıyla bağlatı kuran bir tasarıma sahiptir Çelik ayarları sayesinde gölün üzerine taşan, geniş cam pencereleri sayesinde gölü ve gözün görebildiği herşeyi içine alan müthiş bir tasarıma sahip. Film özünde çok çok fazla hata (zamanlama, gidiş-gelişler, kıyafetlerdeki farklılıklar, söylenenler ve oynatılan ağız arasındaki tutarsızlıklar ve özellikle de çalınan parçaların 2004/2006 yılları arası geçişleri dikkate almadan çalınıyor olması gibi) barındırıyor. Yine de izlenebilecek romantik bir film.

fnur23 dedi ki...

The architect-mimar adlı film,farklı iki ailenin hüzünlü hikayesini anlatmaktadır..Leo Waters,Chiago'nun zengin bir semtinde oturan saygıdeğer ve idealist bi mimardır..Kendisi görmezden gelse de sorunlu bir aile yaşamı vardır..Tonya Neeley ailesini bir arada tutmaya çabalamaktadır..Şehrin uyuşturucu ve çetelerle dolu sosyal konutlarında oturmaktadır..bu konutları yıllar önce Leo Waters tasarlamıştır..Ve burada yaşayan insanlar yaşam şartlarından şikayetçidirler..Konutların yıkılması için bir imza kampanyası başlatırlar..Tonya bu kampanyayı yürütmektedir ve mimarla bağlantıya geçer..Fakat mimar buna kesinlikle karşı çıkar..Mimarın eşi de bu olayda onun karşısında yer alır ve bu,onları ayrılığa kadar götürür..Yalnız kalan mimar kendisiyle yüzleşir ve yıllar önce yaptığı konutları ilk defa görmeye gider..Kağıt üzerinde tasarladığı yapısının nasıl yaşadığını görür ve bu onun hiç hoşuna gitmez..'ben tasarlerken ' diye başlayan cümleleri hep yarım kalır gördüğü manzara karşısında..ve davayla ilgilenmeye başlar..Konutların yıkım kararı da ilgili yerlerden verilir..
Başrollerini Anthony LaPaglia ve Viola Davis'in paylaştığı film mesleğimiz açısından önemli bir ilkenin altını çizmektedir..Tasarım sadece kağıt üzerinde başlayıp,yapının hayata geçirilmesiyle biten bir eylem değildir..Önemli olan tasarımın sonrası ve nasıl yaşadığıdır..

ece aslan dedi ki...

Ayn Rand'ın 1943'te yayınlanan "The Fountainhead" kitabından uyarlanan aynı isimli film, 1949'da King Vidor yönetmenliğinde çekilmiştir.Filmin baş karakteri olan Howard Roark bir mimardır ve filmin ana kurgusu Howard Roark'un mesleki ve özel yaşamı üzerinden kurgulanmıştır.Geleneksel ve standart olana karşı özgün olanı yaratmak için mücadele veren mükemmelliyetçi bir mimardır,Howard Roark.Üniversite yıllarında okulu bitirmeden alması gereken temel eğitimi aldığını düşünerek okulu bırakır ve mesleki hayatına başlar.
Filmdeki diğer karakterler de en az Howard Roark kadar keskin sınırları olan uç karakterlerdir.Filmde tüm karakterlerin birbirleriyle büyük bir rekabet içinde olduğunu görürüz.Aslında bu rekabet Ayn Rand'ın "objektivizm" olarak adlandırdığı felsefesinin anlatımıdır.Bu bağlamda "mimari" de filmde,bu felsefenin izleyicilere anlatılması için bir aracı olmuştur.Buna rağmen filmde mimarın mesleki yaşamı ve kullanılan mimari terimler oldukça detaylı ve başarılı bir şekilde izleyiciye aktarılmıştır.
Ayn Rand'ın savunduğu ideolojiye göre;kollektivizm reddedilmeli ve insanların bireysel yaratıcılıkları ön plana çıkarılmalıdır.Ona göre,bu şekilde kalıpların dışına çıkmış fikirler,yaratılar gösterilebilir ve geliştirilebilir.Filmde de en önemli iki karakter olarak görünen Howard Roark ve Peter Keating iki ayrı düşüncenin savunucusu rolündedir.Howard Roark,mimarlık mesleğinin salt bir yetenek olduğunu ve insanın bu mesleği yapabilmesi için kendini,yapıyı oluşturan herhangi bir materyal gibi düşünmesi gerektiğini savunmakta ve ancak bu şekilde yerleşmiş kalıpların yıkılabileceğini savunmaktadır.Peter Keating ise ticari kaygıları olan,kalıpların dışına çıkmayı risk olarak gören bir mimardır.
Ayn Rand,kendi ideolojisini kullanarak aslında 20.yy'da geleneksel mimariden,modern mimariye geçişi bir anlamda desteklemekte,meydana gelen olumsuzlukları eleştirmektedir.

Pinar Ercan dedi ki...

One fine day (Güzel bir gün) klasik bir amerikan romantik-komedisi olsa da imdb’de 6 puanın üstüne çıkabilmiş ender romantik-komedilerden. Melanie Parker (Michelle Pfeiffer) 30’lu yaşlarında eşinden ayrılmış bekar 6 yaşındaki çocuğu Sammy ile birlikte yaşayan bir mimardır.
Kendi başına yaşamaya ve erkeklerden her nolursa olsun yardım almamakta inatçı olan biraz feminist ruhlu bir kadın.
Bir gün içerisinde 12 saatlik zamanı anlatan film , Jack Taylor’in (George Clooney) Sammy ile aynı okula giden kızının okul gezisini kaçırmasıyla karşılaşan Melanie ve Jack , gün içerisinde çocuklara sırayla bakmak için anlaşırlar.
Bu gün içerisinde Melanie çalıştıkları proje üzerinde düzeltmeler yapmak ve günün sonunda onu işverenlere sunmak zorundadır.Bütün bu yoğunluklar içerisinde oğlu Sammy’ e de bakmak zorunda olan Melanie oğlunun bütün yaramazlıklarına karşın o günü bir şekilde tamamlamayı başarır.
Film de ayrıca üzerinde durulan unsur; yalnız yaşayan ve yoğun çalışan kadın bir mimar olmanın zorlukları.Bir anne-babanın ne kadar stresli ve zor bir çalışma hayatları olursa olsun yinede çocuklarına maksimum düzeyde töleranslı ve anlayışlı yaklaşmaları gerektiğini çok hoş bir şekilde anlatan bir Pazar günü filmi.

Hakan dedi ki...

Peter Greenaway’in “ Belly of an architect” olarak bilinen , göbeğine kafayı takmış bir mimarın Roma tatilinde geçen zamanı anlatır.

Kariyerinin doruğunda gözüken mimar Stourley Kracklite ( Brian Dennehy ) eşinin parasına borçlu olduğu şöhretiyle Roma’da bir sergi açılışı yapacaktır. Serginin konusunu kendisi gibi zenginlerin bağışlarıyla bir yere gelmiş olan Etienne Boulee’nin eserleri oluşturur. Boulee eski Roma mimarisini Rönesans ile birleştirip tekrar canlandıran birsinindir.

Kraclite bu Roma tatilinde mide krampları ve mide nöbetleri geçirmeye başlar ve Augustus gibi zehirlendiğini düşünür. Augustus heykelinin göbeğinin fotoğraflarını çeker ve iyice takıntılı hale gelir. Göbeği içten içe erirken ölümü kaçınılmaz olur.

Filmde tasarlanan binaların finansal zorluklara ve bununla birlikte estetik kaygılara yer verilmiştir.

Mimarın kişisel özelliklerine gelince, kendisiyle ile bir sorunda başka bir şeyler düşünemeyen, takıntılı bir nevi egoist bir tiptir.

Hakan Pulat

Unknown dedi ki...

Antony Minghella’nın Breaking and Entering filmi bir mimari büroya düzenlenen hırsızlığı ve hırsızlığın nasıl açığa çıkarılacağını anlatıyor.

İngiltere’nin King Cross semtinde farklı dünyalardan gelen iki grup insan buluşur. Mimari büroya sahip Will ( Jude Law ) ve ailesi ile Bosnalı bir göçmen Amiro ( Juilette Binoche ) ve oğlu Miro ( Ram Gavron ). Mİro ve arkadaşları Green Effect adlı bu büroyu üst üste birkaç kez soyarlar ve Will onların ardından alışkın olduğu dünyanın güvenli ortamlarından çok uzaklara girer.

Will binaların etrafının düzenlemelerinden ve yeşille buluşturulmalarından eleştirel bir havayla bahseder.

Kişisel ve fiziksel özelliklerine gelince insanların eşit olduğunu düşünen, dürüst, işine aşırı bağlı ve bunun sonucu zaman zaman ailesini unutan, akıllı ve yakışıklı bir tip.
Arif Mısırlı

Emel Çiçek dedi ki...

2001 ABD yapımı olan Life as a House (Yeni bir yaşam ) adlı film orta yaşlarında olan ve hala babasının yaptığı barakamsı fakat harika manzaralı evinde yalnız başına yaşayan mimar George Monroe’nın yoğun çalışma temposu içinde 20 yılını verdiği inşaat firmasından teknolojik gelişmelere ayak uyduramaması gerekçesiyle kovulması üzerine aynı gün sinir krizi geçirerek rahatsızlanıp hastaneye kaldırılarak kanser olduğu gerçeğiyle bir başına kalmasıyla başlıyor. Hayatındaki şok edici gelişmeler George’un içinde bulunduğu durumu sorgulamasına neden olurken, babasının yaptığı ve ilk günden beri nefret ederek içinde yaşadığı evi yıkıp yerine kendi tasarımı bir evi yine kendi elleriyle yapma hayalini hayata geçirmeye hatta bunu da yıllardır annesi ve üvey babasıyla yaşayan oldukça sorunlu bir çocuk olan oğluyla yapmaya aniden karar verir. Bu karar üzerine hiç zaman kaybetmeden yazı geçirmek için başka planlar yapmış olan oğlu Sam’i zorlada olsa yanında alıkoyar. Böylelikle başlayan evin yıkım ve yeniden yapım süreci içerisinde oğlu Sam başta olmak üzere, yakın çevresindeki eski karısı, komşuları gibi diğer kişilerle de kopmuş olan bağlarını kısa zaman içerisinde tekrar kurmaya başlar. Hayatında ki tüm bu gelişmelerle duygusal bakımdan adeta yeniden doğan George’un bedeniyse hızlı bir çöküş içerisindedir ve evi tamamlayamadan fakat oğluna tamamlamasını vasiyet ederek vefat eder. Oğul Sam babasının bu vasiyeti üzerine evi tamamlar.
Yukarıda kısa bir özetini geçtiğim filmde mimar karakteri yıllarca her şeyin ve hatta kendi hayallerinin ve ailesinin bile önünde tutmuş olduğu işini aslında çokta sevmediğini ancak artık bilgisayar teknolojisi karşısında yavaş kaldığı için kovulduğu gün itiraf edebiliyor. Hayatının merkezine koyduğu, sığındığı son kale olan işi elinden alınınca düştüğü boşluk nedeniyle sinir krizi geçiriyor. Tüm bu olanlar üzerine bir de kanser olduğunu öğrenmesiyle uzun zamandır duygudan yoksun, kendisine bile yabancılaşmış bir şekilde yaşadığı hayatına yeniden başlamak için çok az zamanı kaldığı gerçeği yüzüne tokat gibi vuruyor ve onun için gerçekte neyin önemli olduğunu sorgulamaya başlıyor. Filmin bu noktasından sonra hayalleri ve duyguları olan bir insan, bir baba oluşu ön plana çıkan karakter ölüm anına dek bir yandan hayallini gerçekleştirirken diğer yandan beşeri ilişkilerini kuvvetlendiriyor.
Yeniden başlamak için hiçbir zaman geç olmadığının altını çizen film bence izlenmeye değer bir yapıt.